Sanat yapmak aksine bir iş yapmaktır başlı başına

Recordmag Genel Yayın Yönetmeni Öznur Güzel Karasu’nun Sanat Yönetmenimiz İlker Köklük ile yaptığı söyleşi

“Sanat yapmak, aksine bir iş yapmaktır başlı başına”

Türkiye, sanatın herhangi bir alanında üretim yapma konusunda yaratıcılığı körükleyen bir memleket. Kurumsal bir yapı bünyesinde sanat çalışmaları yapmak zorken, artık bir çoğumuz “bağımsız”olmayı tercih ediyoruz. Bağımsız olmak üretim özgürlüğü konusunda büyük bir tatmin duygusu yaratırken pek çok farklı sorunla karşı karşıya kalmamıza da sebep oluyor ne yazık ki. Bağımsız tiyatro sahnelerindenAksine Tiyatro‘nun kurucularından ve recordmag yazarlarından sevgili İlker Köklük ile sohbet ettik. Buyrun bakalım…

ilker-kokluk-3

Tiyatro çalışmalarının başlangıcından behseder misin biraz, yola nasıl koyuldun?

Tiyatronun büyüsüne ilkokul çağımda, okul etkinliği kapsamında gidilen bir tiyatro oyununu izlerken kapıldım. Oldukça haylaz bir öğrenciydim ve sınıf öğretmenimiz gürültü yaparım diye beni diğer haylazlarla beraber en arka sıraya oturttu. Başımıza da ortaokul öğrencisi bir nöbetçi ağabey dikti. Biz oyun başlamadan önce bundan hiç şikayetçi değildik, çünkü zaten derdimiz arkada şamata yapmaktı. Ancak oyun başlayınca diğer şamatacılar için olmasa da benim için durum değişti. Sahnede gördüğüm dünyadan çok etkilendim. Ancak bulunduğum yerden sahneyi görebilmem için parmak uçlarıma yükselip öyle beklemem gerekiyordu. Oyunu izleyebilmek için ön sıralara gitmek istedim, ama tabi ki nöbetçi ağabeyim bana inanmadı ve hem ağabeylik hem de nöbetçilik yetkilerine dayanarak istediğimi reddetti. Oyunu parmak uçlarımda yükselerek ve arkadaki şamataya rağmen sahneyi duymaya çalışarak izledim.
O gün o kadar çok etkilendim ki o oyundan, sonrasında ön sıralar da yetmedi bana sahneye çıktım ve hala da inmedim. Nöbetçi ağabeyim şimdi ne yapıyor bilmiyorum, ama bunu sorun etmiyorum :)

Peki sonraki yıllarda nasıl bir yol aldı bu ilgin?

Sonrasında tiyatro bir şekilde hep hayatımda olsa da gerçek anlamda tiyatro yapmaya başlamam üniversite yıllarını buldu. Doksanların hızlı temposu içinde politik bir tiyatro topluluğu olan Bursa Ekim Tiyatrosu’nda başladım tiyatroya. Oyunculuk, yönetmenlik ve dramaturji üzerine aynı kurumda eğitimler aldım ardından. Bir yandan Uludağ Üniversitesi’nde iktisat eğitimi alıyor, diğer yandan son derece çalışkan bir ekiple birlikte yemek yemeyi ve uyumayı unutarak tiyatro yapıyordum. Sabahlara kadar sanat ve bilim üzerine okunan ve tartışılan televizyonsuz ve alışverişsiz, bol kitaplı günlerdi…

90′lardaki bağımsız tiyatro çalışmalarıyla bugünküler arasında nasıl bir fark gözlemliyorsun?

O günlerde bağımsız tiyatrolardaki oyun gösterimleri seyirci açısından da oyuncu açısından da bir eylemdi. Bu anlamda tiyatro sahnesi bir üretim alanıydı. Oyun oynanırken tiyatro salonunda ya da sokakta hep birlikte bir düşünce üretilmiş oluyordu. Bugünlerde ise tiyatro bile “show”unsuruna dönüştü ve böylece sahne bir tüketim alanı haline geldi.

Örneğin 90’larda oyundan sonra seyirci ile oyun hakkında sohbet etmek bağımsız tiyatrolardaçok yaygın bir gelenekti, bugün ise parası ödenip tüketilmiş olan oyunun ardından terkedilen bir şov alanı tiyatro.

Oyun yazarlığı konusunda da çalışmaların var. Hatta yazdığın ilk oyunla ödül almıştın…

Evet yazdığım ilk oyun benim tarihimde önemli bir yere sahip. Bana çok şey öğretti. Hikayesini anlatayım istersen.

Anlat lütfen…

Üniversite yıllarında bir gece oyundan çıkmış yorgun argın evime giderken kentin meydanında hem tartıcılık yapan hem de kağıt mendil satan Ahmet adında bir çocukla karşılaştım. Karlı ve soğuk bir havaydı. Çocukla bir süre sohbet edip onu biraz tanıdıktan sonra bu soğukta oturmaya devam ederse hasta olacağını söyledim ve evine gitmesini önerdim. Cevabı biraz sertti. Üvey annesi belirlediği günlük meblağı kazanamaması halinde onu eve almıyordu. Böyle gecelerde arkadaşlarıyla birlikte bir eğlence bölgesine yakın cami bulup kaçak olarak içine girip uyuyorlar, sonra sabaha karşı da barlardan çıkan insanlara satış yapmaya çalışıyorlardı. Ve daha neler neler…

Oyun yazarlığı serüvenim Ahmet’in hayatını yazmaya kalkışmamla başladı. Ahmet’le yakın arkadaş olmuş ve onun da karakterlerinden biri olduğu bir roman yazmaya başlamışken, metnin türü kısa sürede oyuna döndü. Sonra, adını Ahmet’ten duyduğum ilk cümle olan “Mendil Alır mısınız?” olarak belirlediğim bu oyun bitti; 2003 yılında Özel İsviçre Hastanesi’nin Sanat Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü alıp Mitos Boyut kitabevince yayınlandı. Böylece benim için iş ciddiye bindi ve oyun yazmak en önemli gündemim haline geldi. Kimi yayınlanan kimi sahnelenen birçok oyun yazdım o günden beri. Umarım böyle de devam edecek. Ahmet şimdi ne yapıyor onu da bilmiyorum ama bunu sorun ediyorum.

Aksine Sahne’den bahsedelim biraz da…

Aksine tiyatro, aslında fikri 2000’li yılların başında ortaya çıkmış bir sanat hareketi olan Aksine Sanat’ın başlangıç noktası. Tiyatro 2006 yılında farklı alanlarda çalışan dört tiyatro sevdalısı tarafından aksine işler üretmek ve seyirci erozyonuna bir nebze çözüm olabilmek için kuruldu. 2009 yılında da kendi sahnesine, Aksine Sahne’ye kavuştu.

Camus’nün dediği gibi “Dünya açık aydınlık olsaydı sanat olmazdı.” Bu nedenle sanat yapmak aksine bir iş yapmaktır başlı başına, ama çok acı tecrübeler eşliğinde yaşadığımız gibi karanlık dönemlerde sanat yapmak, hele ki yaşama ayna tutmaya kalkmak aksine bir duruş gerektiriyor.

Aksine Tiyatro’nun iki temel özelliği var: Birincisi, Aksine Tiyatro kurulduğu günden bugüne kendi üretimlerini yapan ve yoluna böyle devam etmeye kararlı olan bir tiyatro. Para etmeyen her şeyi yok eden bir dünyada, para etmeyen, biraz da bu yüzden değerli olan oyunlar yazmak lazım Aksine Tiyatro’ya göre. İkincisi, Aksine Tiyatro “ben oyunu sahnelerim bileti alan izler” yaklaşımında olmayan, her şeyi olduğu gibi seyirciyi de tüketen bu yaklaşıma sığınmayan bir tiyatro. Bu nedenle oyunlarını daha çok toplumun tiyatro ile çok da haşır neşir olmayan kesimlerine izletmeye çabalayan ve seyirci erozyonuna karşı savaşan bir tiyatro. Ekibi sadece tiyatroyla haşır neşir olmayan sanatçılardan oluştuğu için bunda da çok zorlanmıyor açıkçası.

Bağımsız tiyatroların kaygıları, sıkıntıları neler?

1996 yılından beri bağımsız yapılarda tiyatro yapıyorum ve bu soruya defalarca cevap verdim. Bu konuda anlatacak o kadar çok şey var ki, hangisinden başlayacağımı şaşırmışımdır hep. Sorunun etkilerine ve yansımalarına tek tek değinip uzatmaya lüzum yok aslında, doğrudan kaynağa odaklanmak lazım. Her gün eğitim, iletişim, haber alma, sosyal yaşam, bilim alanlarında cehalet üretilen bir toplumda, hele ki kendinizi toplumdan soyutlamadan sanat yapmaya kalkarsanız Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi bozuk düzende sağlam çark olursunuz.

Devlet ve Şehir Tiyatroları’nda da durum iç açıcı değil ama…

Sorma, biz bağımsız tiyatroları ayakta tuttuk, ama bu kez de bağımlı tiyatrolar elden gidiyor.Sanat Kurumu Yasa Tasarısı yasalaşırsa ülkenin köklü sanat kurumları kapatılacak ve Başbakan tarafından atanan bir kurul vergilerimizden sanata ayrılan bölümü istediği projelere verecek. Ülkenin en önemli tiyatrolarının Gezi Parkıdirenişine destek verdikleri için bakanlık desteğinden yoksun bırakıldığı bir dönemde bu kaynakların hangi tür projelere gideceğini kestirmek hiç zor değil. “Biz kimin tiyatro yapacağını da biliriz”diyorlar yani.

Bağımsız sanat üretimi konusunda yıllardır mücadele edenlerden biri olarak “ne yapmalı?” sorusuna cevabın nedir?

Bu soruya internet sitemiz için yazdığım yazılardan birinden bir bölümle cevap vereyim:

“… Aksine Tiyatro’ya göre aksine işler yapmak her geçen gün sıradanlaşan yozlaşmaların aksine yaşamak için tüketmek yerine üretmek gibidir,

Aksine işler yapmak; gemisini kurtaran kaptanların arasında, suyun üzerinde kalmaya çalışan insanlara tutunabilecekleri bir sal yapmak gibidir,

Aksine işler yapmak; gerçekten tiyatro yapmak gibidir.”

Bence tiyatronun gücüne güvenmek ve onu toplumun ondan en uzak kesimleri arasında yaygınlaştırmak gerek. Aksine tiyatro olarak sahnemizi Tepebaşı’nda açmamızın bir nedeni de buydu. Ülke tiyatrosunun geçmişinde çok önemli bir yere sahip olan Tepebaşı bugün tiyatrodan son derece uzak insanların yaşadığı bir yer haline geldi. Ancak bizimle birlikte yeniden ısınmaya başladı tiyatroya. Biz de el işi örerek oyun izleyen teyzelerimizden bir şeyler öğrenmeye başladık.

Kısaca bence sanatı fildişi kulelerinden çıkarıp yaşamın ta içine bulaştırmak gerek.

ilker-kokluk-1

Son olarak Aksine Tiyatro’nun ilerleyen dönemdeki projelerinden bahseder misin?

Aksine Tiyatro bu sezon yoluna üç oyunu ile (Parça Tesirli Pazarlar, Sevgili Pazartesilerim, Mendil Alır mısınız?) devam edecek. Önümüzdeki sezon ise devam oyunu olan “Parça Tesirli Pazarlar” ve “Sevgili Pazartesilerim” oyunlarını bir üçleme haline taşıyacak yeni bir oyun sahnelemeyi düşünüyoruz. Gezi parkı direnişini odağına alan ve “Aradığınız Topluma Ulaşılamıyor” adını taşıyan bu oyunun yazım süreci devam ediyor.

Her sezon olduğu Ekim ayında başlayıp Haziran ayında son bulan tiyatro eğitimimiz bu sezon da devam ediyor. Şu anda yeni arkadaşlarımızın eğitimine odaklanmış durumdayız.

Ayrıca dostlarımızla bir araya gelmemize ve yeni dostlar edinmemize vesile olan Aksine Konser’lere de devam edeceğiz.

Daha uzun vadede ise Aksine Sanat hareketinin ikinci sanatı olan sinema alanında ürünler vermeye başlayacağız.